Selam Herkese,

Umarım iyisinizdir? Keyifler yerinde ve umarım hastalıklar, korkular, sıkıntılar sizden uğramışsa bile size çoktan uğurlamışsınızdır her birini.. Son iki aydır sosyal medya detoksu yapıyordum diyerek havalı bir içsel yolculuk hikayesi anlatıyor olmayı dilerdim fakat hayır ağrılı sızılı bir safra kesesi keşfinde bulunduğumdan odaklanabileceğim ya da yerimde sabit kalabileceğim az zaman çok az zamanım oldu ondan ayrı kalışım sizlere okuduklarımı anlatmaktan.. Ama iyiyim şimdi insanoğlu alışmak için gelmiş dünyaya nasılsa aynen uydum kaideye..
Geçenlerde okuduğum ama sizinle paylaşmaya fırsat bulamadığım, kitabı yorumlamanın haddim olmadığı anca üslubuna, içeriğine hayranlığımı dile getirebileceğim şahane bir kitabı ve yazarı sizinle paylaşmak isterim. En baştan söylüyorum okuyun ve okutun efendim..
‘’…… Kadınlar aleyhindeki makalenizde haklı noktalar var. Fakat incelenmesi ve reddedilmesi lazım gelen taraflar da pek çok… İşte ben size bunlardan bahsetmek niyetindeydim. Lakin siz selamünaleyküm der demez sevda konusuna saptınız. Çünkü gözünüzde kadın ancak o bakımdan kendisiyle konuşmaya değerdir. Önemi bundan ibarettir. Umumi zannettiğiniz bu kaidede hiç olmazsa bir istisna göstermek isterim. Bir kadın ne kadar güzel olursa olsun onun sahibi olan erkek, hislerini tatmin ettikten sonra çarçabuk dışarıda göz gezdirmeye başlar. Yağma yok kuzum… İşte ben kadınlığımı müdafaa için bu tehlikeli noktada bir teori ortaya atarak amacımı takip edeceğim.
Nasıl? Bir kadından düşündüğünüz dışında faydalanmak da mümkünmüş değil mi? Hem kadınlar benim gibi düşünselerdi erkekleri çabuk yola getirirdik. Sizi böyle şımartan Havva kızlarının cehaleti, zayıflığıdır. İşte bu şartla sizinle dost olabilirim. İşinize gelir mi? ….‘‘

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç- Hüseyin Rahmi Gürpınar
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç- Hüseyin Rahmi Gürpınar
Yazarın 1912 de yayınladığı, 1910 Halley Kuyruklu Yıldızının dünyaya çarpacağı haberleriyle ortalığın çalkalandığı bir dönemde bu endişenin, korkunun ve merakın o dönemin İstanbul mahallelerinde nasıl bir karşılığı olmuştu? Bir tiyatro izler gibi , olmadı samimi bir dostunuzdan yan mahallenin dedikodusunu alır gibi her sayfada ‘’ ee, sonra o ne demiş?’’ diyerek çevirdiğiniz sayfalar arasında kısacık bir hikaye İrfan ve Feriha’nın hikayesi. Kahkahalarla güldüğüm , altını çizmekten yorulduğum bir dolu alıntıyla çokça düşündüğüm ve sadeleştirilmiş diliyle bu kitabı bize tekrar kazandıran Ali Faruk Ersöz’ün anlaşılır ama dönemin üslubunu ve dilin ahengini asla bozmayan çevirisi ile çok keyifli zaman geçirtti bu kitap bana.
İrfan Galip Bey’in Feride Davut Hanım arasında geçen çekişmeli mektuplaşmanın odak noktası alındığı ve her ikisinin de dünya görüşünün kendi çevrelerinde nasıl yankı buluğunu mizahi bir dille anlattıkları ve dönemin bakış açısını dönemin tavrıyla okurken günümüz insanının aradan 100 yıl geçmiş olmasına rağmen insanın kendini ve karşı cinsi anlama macerasının hiç değişmediğini, aslında ilimde ve bilimde her şey ne kadar gelişirse gelişsin amacın insanı anlamak olduğu, her yolculuğun insanı çözmeğe yönelik olduğu ve en uzak gezegenlerde bile insan suyu ararken aslında kendi çorak toprağını sulamak derdinde olduğunu anlamamı tekrar sağladı.
Kitabı okurken muhakkak işte Türkiye gerçeği diye uzun uzun kadına olan bakış açısına hayıflanabileceğiniz bir gerçeği yansıtırken buna sebep olanında yine kadınların kadınlara bakış açısının da çok büyük bir payı olduğunu usul usul fısıldarken kulağınıza , erkeklerinde her konuda baskın çıkmak istemelerinin yine kadınlara yaranmak için olduğunu ve insanoğlunun bu iki cinsin birbirinde hayranlık ve taktir toplamak için mevzunun en başından Adem’le Havva’dan beri süre geldiğini ve dünyada, kainatta neyi keşif için heyecanlansak ya da bulsak sonunda mevzu hep insan duygusunun mertebelerini ölçmek ve içimizde ki boşluğu doldurmak olduğunu farkediyoruz.
Kadına şiddetin her gün daha fazla… daha fazla…. daha fazla… olduğu ve bizleri artık umutsuzluğun, çaresizliğin ve korkunun girdabında çıldırmamıza sebep olan tüm erkekler ve kadınlara lanet yağdırmak istediğim, insanlığı bu kadar aşağıya çeken bu kendinizi bulamamış yolculuğunuzda çocuklarınızda , ailelerinizde, çevrenizde ve dünyanın size uzak saydığınız en ücra köşesindeki insanda bıraktığınız hasar her seferin de her birinizle tekrar başlayan bu talihsiz kısır döngü keşke sadece sizi boğsa ve sizinle yok olsa… Şaştığınız yollarınızın sonunda inandığım hesap günü geldiğinde ahlaksızlığınızla, vicdansızlığınızla, arsızlığınızla katlettiğiniz her şey için insanlığın yükü omuzlarınızda…
Ve 100 yıllık bu kitabın bir sonraki satırda bize söylediklerini hala doğru buluyorsanız kim nereye giderse gitsin insanlık adına bir arpa boy katedememişizdir.
‘’Medeniyetin, yetkinleşme fikrinin gayesi birbirini öldürmeye uğraşmak mıdır? Yoksa umumi kardeşliğin kurulmasına çare aramak mı? Neden insan öldürmek tekniğinde en usta olan, savaş aletleri en mükemmel bulunan milletler en medeni, en gelişmiş sayılıyorlar? Şimdiki milletlerin hiç birisi meğerse medeni sıfatına laik değilmiş. Düşünülse hunharlık bakımından bugünkü gelişmiş insanların mağaralarda, taş kovuklarında adeta inlerde mekan tutup da üzerlerine saldırdıkları avlarını tırnaklarıyla, dişleriyle paralayarak yiyen vahşi atalarından çok farkları yok…’’
Hep görüşmek üzere… Şimdilik Hoşça’kalın…