
Herkese Selam,
Nasılsınız bu hafta? Neler değişti hayatınızda yoksa her şey her zaman ki gibi mi? Ben iyim, yani en azından şimdilik. Çünkü mide ağrısı çekenler beni anlar! İşler bazen fena sarpa sarıyor ve ağrı krizleri geçiriyorsunuz ve benim ki bu sefer beni baya zorladı ama şimdi değişmeyen cevabım bende her şey standart 😊
Bu hafta size birkaç gün önce okumayı bitirdiğim ve aslında çok beğendiğim ama yazmak için kendimi daha iyi hissetmeye ihtiyacım olan bir polisiye kitabı yorumuyla işte buradayım.
2011 Yılında ilk baskısı bizimle buluşan 512 sayfalık ,yazarı Önay Yılmaz olan kitap; Heybeliada Cinayetleri.
Bu kitabı nasıl bu kadar geç keşfettiğime açıkçası üzüldüm. Hatta okurken o kadar çok not aldım ki keşke şu virüstür, salgındır, karantinadır falan tantanalarına denk gelmeseydi de elimde kitapla Heybeliada da olabilseydim. Kitap bir Dan Brown kitabı kadar gizemli ipuçlarıyla sizi sürüklerken bir yandan da sizi Heybeliada da bir tura çıkartıyor. Tarihini ve bugününü öyle güzel bir hikaye içinde veriyor ki hem katilin kim olduğunu merak ediyorsunuz hem de o sokakları birebir görmek.
‘’… Ben de Heybeli’yi biraz hüzünlü ve melankolik bulurum. Bunda belki Heybeliada Sanatoryumu’nun etkisi vardır. Buraya insanlar iyileşmek için gelirdi eskiden. Umutlarını burada tazelerlerdi. Belki hüzünlü olmasında eski yaşanmışlıklarının etkisi olabilir…’’
Hikaye İstanbul 4.Levent’te bir dairede iki emekli polis memurunun cesetlerinin bulunması ile başlıyor aslında. İstanbul’dan Heybeliada’ya doğru uzanan bir seri katilin cesetlerinde bıraktığı ip uçları ile soluksuz bir maceraya katılıyorsunuz. Cinayet masası amiri başkomiser Çetin Akman ,eski adli tıp doktoru komiser yardımcısı Mine Morgan ve ekip arkadaşları ile gazeteci Ahmet Kerim ve kız arkadaşı gazeteci Selin ile Heybeliada’lı profesör Jak Noah birlikte hem cesetleri hem adanın tarihi gizlemlerini bir bir açığa çıkartıyorlar. Profesör anlattıkça Heybeliada sokaklarında, tepelerinde ,evlerinde dolaşmaya başlıyorsunuz onlarla birlikte. Hem bir zamanda yolculuğa da çıkartıyor yazar sizi bu arada. Adanın hatta adaların tarihini de öğreniyorsunuz ve hiç hız kesmeden katilin peşine sizde düşüyorsunuz. Her cesetten sonra katilin kim olduğuna dair bir tahmin peşinde sayfaları çevirirken sonunda şaşırtmayı da başarıyor yazar. Ayrıca organ mafyası gibi çirkin bir gerçekle de yüzleştiriyor ki bizi aman dikkat edin ikram edilen yiyecek ve içeceklere…
Kitapla ilgili tek olumsuz eleştirim bazen tekrara düşüyor olması. Bir çok defa aynı bilgiyi neredeyse aynı cümlelerle okuyorsunuz. Bu beni biraz rahatsız etti açıkçası ama bu durum kitabı da hikayeyi de merak etmememi sonuna kadar heyecanla serüveni takip etmemi engellemedi açıkçası. Yani bu eleştirim de olmasaydı bence şahane düşünülmüş hem polisiye hem tarih derken keyifli zamanlar geçirmenize vesile olacak bir kitaptır.
Tavsiye eder miyim? Kesinlikle evet.
Eğer polisiye seviyorsanız ve üstüne adalar tarihi ve adalar ünlüleri ile ilgili gerçeklere merakınız varsa hiç kaçırmayın derim.
‘’İsmet İnönü buraya Yunan Cumhurbaşkanı Venizelos’la geldi; Atatürk’le geldi. Paşa’nın uzun süre adada oturduğu dönemler, 1950’den sonrasına rastlar. Hemen hemen her yaz, deniz mevsiminde adaya gelir, gösterişten uzak bir yaşam sürerdi. Ada Rumları Paşa’ya çekinerek yaklaşır, ancak koskoca Türkiye’yi yöneten İsmet İnönü ile tanışıp selamlaşmaktan da gizli bir gurur duyarlardı…’’
Kararım kesin sokaklara rahatlıkla çıkma fırsatını ilk bulduğumda Heybeliada’yı bir de bu kitapla gezmeye.. Sözüm söz olsun fotoğrafları da buradan paylaşırım sizlerle..
Peki sizin var mı sokaklarında kaybolmak istediğiniz bir rota? Muhakkak paylaşın benimle listeyi uzatmaktan keyif duyarım..
Aklımızdakileri paylaştığımız gibi … gördüklerimizi de en kısa zamanda tekrar paylaşabilmemiz dileğiyle…
Hep görüşmek üzere… Şimdilik Hoşça’kalın…