
Benim için çok keyifli geçen bir Pazar gününden herkese Merhaba…
Efendim İstanbul da yaşıyorum. Malum İstanbul da gezme İstanbul da yaşayan ve çalışanlar için çok mümkün bir aktivite olamıyor ne yazık ki..İş güç hayat mücadelesi içinde sabahın kör karanlığından çıktığın evine yine güneş battıktan sonra giriyorsun. Tüm gün koşturup yorulduktan sonra -çalışma hayatı her yerde mücadeledir elbet ama bu İstanbul’un suyundan mıdır havasından mıdır taşı toprağının altın anlatılmasından mıdır bilmem ayrı pek çetin bir kavgası var- eve en kısa nasıl varabilirim derdiyle koşa koşa eve gelenlerdenim ben. Ben öyle yolda izde kitap okuyacak kadar vakit geçirmiyorum trafikte. Çok şükür o kadar uzak değil evimle işim bir birine. E bilen bilir bunun nasıl bir nimet olduğunu..
Velhasıl kitaplarla olan ilişkim benim için yol arkadaşlığı gibi değil , uykumdan fedakarlık ettiğim bir vefa ilişkisidir. Lafı da çok uzatıp niye önce yol anlattın derseniz yolda izde otobüste , metroda , tramvayda uyuklanmayan süre içerisinde her kesin elinde bir kitapla oturduğunu gördüğümdendir.
Geçenlerde yine elime geçen ilk fırsatta bir kitapçıya girdiğim bir gün şahane bir kitapla karşılaştım. Hayatımda iyi ki okumuşum, iyi ki bu satırlar bana ulaşmış diye düşündüğüm bir kitap. Kitapla ilgili düşüncelerimi duymamış, okumamış ya da okumak isteyip de kararsız olan varsa diye paylaşmak istedim. Her hikayesi ayrı güzel ve anlamlı bu kitapla ilgili hislerimi de fikrimi de yazar kitabın en başında en eksiksiz haliyle anlattığından benim kırk dökük kalemime estağfurulluh dedirttiğinden giriş yazısını alıntı olarak paylaşıyorum..
Düşünün , ”İyi ki yapmışım!” dediğiniz şeyler mi; yoksa ”Bunu niye yaptım sanki?” dedikleriniz mi daha çok? ”Keşke yapmasaydım!” demeyi mi, yoksa ”Keşke yapsaydım!” demeyi mi tercih edersiniz?
Her ” keşke ”, insanın geriye doğru kendisini sorgulaması sayılır. İnsan bu sorgulamayı yaptığında pek çok ”keşke”sini unutmak istediğini, hatta bazılarını unuttuğunu fark eder ve unutmanın insanlara bir nimet olduğunu düşünür. Çünkü hafızalar, unutulmayacak dostlar ve dostluklardan çok, unutmak istenilen anlar ve zamanları biriktir. Bir düşünün aklınızdan silmeyi istediğiniz sahneleri mi, hatırlamayı istediğiniz anılarınız mı daha fazla?
Farkında olalım yahut olmayalım; unutmak istenilen kötü anılara rağmen şu hayatta insanın yüzünü gülümseten ve insanın şükretmeye yönlendiren sayısız sebepler vardır. Mesela ardı arkası kesilmeyen zorluklardan şikayet edebiliriz, ama bizi daha güçlü yapan şey aslında o zorlukları yaşamış olmamızla doğrudan bağlantılı değil midir? Yığınla sorunla karşılaşabiliriz, ama eğer bunlardan ders çıkarabilirsek o sorunlar bizim daha bilge biri olabilmemizi sağlamazlar mı?…. O halde gençlerin ”mutlaka”larını, yaşlıların ”keşke”lerini hayatın tuzu, biberi olarak görmekten başka çaremiz yok…
…..
Doğu kültürü sosyal hayatı hikayelerle harmanlamayı, kuşaktan kuşağa aktarırken büyük veya küçük hikayeler üzerinden anlatmayı sever. Bazen kulağımızdan kısa bir hikaye girer, zihnimize veya kalbimize yerleşir, benliğimizle özdeşlik kurarak bize ders verir. Biz bu hikayeyi o andaki cazibesi dolayısıyla unutmayız ve lazım olduğunda, yeri geldiğinde anlatır, başkasının aynı tecrübeyi yaşamasını isteriz…
Modern zaman maalesef bu devamlılığı bozdu ve bilgisayar çağı bizi o tür medeniyet taşıyıcı hikayecilerden, mesellerden mahrum bıraktı… İbrenin her alanda Batı’yı gösterdiği zamanlara gelindiğinde ise Doğu’nun yüzyılları dolduran zengin bilgelikleri, işportadan muşamba bir masa örtüsü aldığı için eprimiş iğne oyası atlası eskicinin eline tutturuveren ev hanımı misali, hep bitpazarına gönderildi……..
Şüphe yoktur ki her çağ, kendi ilmi ve tekniği kadar hikayesini, efsanesini ve menkıbesini de üretmekle yükümlüdür. Bunlar yoksa zihinsel dinamiklerimizin temellendirilmesi zayıflar ve kişisel gelişim sekteye uğrar. Modern zamanların kişisel gelişim kitaplarına dikkat ediniz, kahir ekseriyeti ya Uzakdoğu felsefesinden, ya Batı düşüncesinden yahut psikoloji ilminin Batı kaynaklı verilerinden üretilmiştir. Yanlış anlaşılmasın, bunlara karşı değiliz, ancak bu toraklarda yüzyıllar boyunca kişisel gelişim usulleri pek çok vasıta (tekke , köy odası, arasta, ahi ocakları vb. mekan sohbetleri) ile en başarılı şekilde nesilden nesle aktarılmışken, bugün o geleneğin kaybedilip yalnızca batı kaynaklı iletişim ve gelişim metotlarına bağımlı bir anlayışın hakim olmasına karşıyız. Doğu merkezli reikiler, yogalar yahut Budist aydınlanma felsefesine kucak açarken söz gelimi benzer yol yordamı içinde barındıran mahalle kültürü ve tasavvuf birikiminin göz ardı edilmesi sizce de büyük haksızlık değil mi?…
…..
Bu küçük kitapta ”Mesela” diye okumaya başlanabilecek doksan dokuz hikaye veya anekdot yer alıyor….. Biz de kitabımızı altı başlık altında topladık ve her bölüme birbirleriyle konu bütünlüğü olan hikayeleri istifledik. Bunu yaparken kah eskilerden yaşanmış olup da bugüne izdüşümü olan hikmetleri güncel üsluba büründürerek yeniden kurgulayıp yazdık; kah bu çağın tecrübelerini anlatma yolunu seçtik.
İSKENDER PALA – ”MESEL”
Vee 99 hikayeyi de birbiri ardınca okumaya başlıyorsunuz. Heyecanlı bir roman okur gibi her bir başlık bir önceki hikayeyi daha da derinleştiriyor , derinleştikçe bilgi daha da berraklaşıyor ve üstüne şahane bir üslupla aklımı başımdan almayı başarmıştır İskender Pala bu eserinde de..
Sözün özü ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLİR zevkle okumanız için..
Hep görüşmek üzere…Şimdilik HoşÇakalın…